18.03.2011

Dolunayda Işık Festivali

Tatilimizin son durağı Koh Phandan adasındaki meşhur:”FullMoonParty”.
İki ada arası, mülteci tekneleri gibi minik teknelerle, 250 kişi falan tıkışarak gidiyoruz. Adayı çamur basmış, otele 2 saatte kavga kıyamet şeklinde varıyoruz.

Gidiş o gidiş, en izole yerdeyiz, artık nasıl partileriz bilmiyorum. Burası Koh Samui’den de romantik, valla ne işimiz var birbirimizle burda diye alkole vermek en iyisi kendimizi.


Masaj vs derken duşa giriyorum, minik bir kertenkele, çok normal. Su açılır şampuan ele alınır. Tam o pozisyon vardır ya, hani Blendax reklamlarındaki kız, duş arkasında, ellerinle saçlarını köpürtüyor,  işte o sahne ve yanında Arachnophobia filmini düşünün!!!! İlk başta farkında diilim, arkada birşey beni izliyor, ve hissedip dönüyorum. Dönmemle, donmam, hepsi bir anda oluyor zaten, çığlık at desen, atamam, hareket et desen, edemem, hayatımdaki tek fobik olduğum şey, hiç görmediğim bir şekil ve irilikte karşımda duruyor kafamın hizasında. Donup kalmam Didem’in beni cıyak cıyak çıkarması banyodan bunlar pek yok gözümün önünde, bir anda oluverdi heşey.


Bu olaydan sonra 1 dakika bile durmuyorum zaten o otelde, bungalowu terkedip, ağlayarak yandaki 5 yıldızlık lüks villaların olduğu otele gidiyoruz, tabi fiyatlar bütün 10 gündür toplam harcadığımız kadar, pazarlık, kalamam orda vs diye dil dökmeler ve  ağlama zırlama ile  tatilin en güzel kısmı başlıyor. Muhteşem villamızda, bahçemizde havuzumuz,  2 gün keyif üstüne keyif yapıyoruz.


Şansımıza en güzel ve en renkli festival olan, Loi Krathong’a denk geldiğimiz için, dolunay gecesi büyük bir ışık, çiçek ve mum şöleni oluyor her yerde. Senede bir kere olan bu festivale ışık festivali de diyorlar.  Yaptığınız şey çok basit, lotus çiçeği gibi çiçeklere tütsüler ve mumlar batırılmış oluyor, ve nehir/su tanrıçasına şükrederek ve adak adayarak, mumları yakıp suya bırakıyorsuz.

Bizim otelin hazırladığı çiçekleri tütsü ve mumlarla önce havuza bırakıyoruz. Sonra da benim en sevdiğim kısım, kağıt lambaları yakıp gökyüzüne bırakıyoruz! Bin tane dilek diledim heralde :) artık bu sene bir tanesinin olması şart! Tüm inançlarım sarsılacak yoksa !

Bu seremoniden sonra çamurlar içinde bir tuktukla yine yollara düşüyoruz, istikamet merakla beklenen fullmoon party.


Fullmoon Party ile ilgili çok kısa ve öz yazacağım: eğer gençsen, genç diilsen ruhun gençse, delilik yapmaya yer arıyorsan, ve özellikle bekarsan mutlaka 1 kere görmen gereken bir parti. Herkesin kovalardan pipetle alkol hüplettiği, yarı çıplak dolandığı, vücutlarına fosforlu boyalarla işaretler çizdiği, rengarenk şapkalar taktığı, tuvaleti gelenin rahatça denize işediği, sağdan soldan önden arkadan techno ve trance ve her türlü popüler parçanın yükseldiği, insanların deliler gibi dans ettiği bir event.




Tamamen  şansa tanıştığımız Avusturalya’lı 2 kız 1 erkekten oluşan ekiple parti çok daha eğlenceli oldu, gerçi kızları 10.dakkada kaybettik, Jason başımıza kaldı. Gidişi kadar dönüşü de maceralı olan partiyi 4’te bırakıp villamıza döndüğümüzde, buraya keşke 22’yken gelseydim dedim tekrar.

Gerçekten dolunay bir farklı burada bu arada! Dalgalarda mavi kırılımlar yaratıyor, her yer yakamoz....


Tekneyle Koh Samui, ordan Bangkok.. son alışverişler yapılır ve sabah yola çıkmak üzere Tayland’a son bye bye biramızı Chang’ı kaldırıyoruz...
Ve eve dönüş,

Bu tatil bana ne kazandırdı: böceklerden tiksinmemek, önüme konan herşeyi şükrederek yemek, 2 thai pant ile 10 gün dolaşabilmek, örümceklerden korkmamak(makul boyutlarda olanları!), herşeyin varoluşuna saygı duymak ve budizm...

Mutsuzum ne yalan söyliyim ist’da yaşamaktan, böyle varlık içinde yokluk çekmekten de, 5 dakkalık yolu 45 dakikada gitmekten de, insanların egolarında boğulmaktan da...
Hamamböcekleri arasında bile, daha huzurluydum en azından..
xox

17.03.2011

Koh Samui, cennet ada??

Kuzeyde hava kötü olur diye endişe ederken, güneyde sonbaharı yaşamayı beklemiyorduk.
Gök delindi resmen, dün geceden beri, İstanbul’da 1 senede yağan yağmurun hepsi yağdı ve yağmaya devam ediyor. Bizde yolda sürünmeye, cennet adalara gitmeye çalışıyoruz inatla. Otoban maceramiz, ingilizcenin i’sini bilmeyen bir kasabada sonuçlandı. Döviz bürosu ve taksi bulmamız 1 saat sürdü. Sonunda feribota yetiştik, turist yüzü gördük, 48 saattir nerdeyse hep çekik yüz, nereye kadar!?!
1 saat süren bir tekne yolculuğu, limana geldiğimizde havanın berbat olduğunu görüp çöküyoruz. Bu arada manastırdan apar topar kaçtığımız için bugüne hiçbir yerde rezervasyonumuz yok. Hatta ada ile ilgili bilgimiz dahi yok, programımızda bile değildi burası.
Taksi ararken 65 lt’lik backpack’imle kaplumbağa gibi hissediyorum. 1 haftadır sırtımda bununla geziyorum çünkü.
Yine kaderimizde tuktuk varmış. Dolmuş usulü biniyoruz, yine pazarlıkla tabi. Tayland’da ne fiyat duyarsanız 4’te 1’ini verin. Eğer arkanızı döndüğünüzde sizi geri çağırıyorlarsa, sizindir 4’te 1’ine herşey, yoksa uğraşmayın, özellikle kuzeyde pazarlık çok çok az..  
Kalmak için en canlı plajı seçmeyelim, 2.sini seçelim diyerek Lima diye bir plaj seçtik haritada. Oraya doğru 1 saat daha tuktuk, kusmak istiyorum artık, iğrenç kokular, çamur tadı ağzımda, açız, ve kalacak yerimiz yok.
Tuktuktan inip, şuğursuzca otel aramaca, o kadar bitiğiz ki, sürünüyoruz resmen yürürken. Plaja kadar gidiyoruz,  nerde kalacağiz derken, ilk düzgün yere dalıyoruz.
Dün geceki manastır tahtasından sonra, güzel bir yatağı hakettim! Plaj manzaralı bir oda tutup, duşa atıyorum kendimi. 2 gündür yıkanmadım tabi, leş gibi hissediyorum. Çitilenerek temizlendikten sonra, kumlara koşuyorum. Adada olmanın verdiği keyif ayrı kesinlikle. Etraf palmiye dolu, yağmur sonrası hafifi bulutlu güneşli bir gökyüzü ve okyanus! Deniz rengi yağmurdan çamurumsu, ama umrumda diil. Bol bol foto çekiyoruz. Ve sahil pedikürü yaptırıyoruz, kadın ayaklarımın pislipine hayran kaldı eminim, simsiyahtı resmen!
Tayland’a bekar gidilir ama iki aynı cinsiyetten arkadaş tatile çıkarsan, romantik adalara gitmeyeceksin. Etrafta herkes neredeyse “çift” olduğundan, biz de o damgayı yiyoruz ! Hem de tüm tatil boyunca gördüğümüz en yakışıklı Fransız’dan!
Bu talihsiz durumdan sonra sahilde,istakoz ve biraya boğulup, bir sonraki geliş planlarımızı, yalnız olmamak şartıyla yapıyoruz! Adada herkes nereli olduğumuzu soruyor. Etraf o kadar hollandalı ve fransız kaynıyor ki, biz iki türk kızı olarak koyu renk kalıyoruz tabi. Avrupa’lı ve Amerika’lı adamlar (50+) buraya çıtır kızlarla olmaya geldikleri için biraz garip gözüküyorlar, adam 55 yaşında kız 16 yaşında .. Çok yüzeysel herşey o konuda, ve mide bulandırıcı. Ne yazık ki ciddi bir sömürme söz konusu “dişiliği” ..
Yemek, alışveriş ve masaj buranın vazgeçilmez 3lüsü...





Fil gezileri, kaplanlar, tapınaklar ve şelaleler de var gezilebilecek diğer yerlerde yaptığımız gibi ..Kısacası Koh Samui’ye romantik yapmaya gidin, çünkü çiftseniz eğer size cennet ada gibi gelen yer, bekara kabus olabiliyor.
Başka keşvedecek bir sürü ada var, bekarlara tavsiye edilecek ...
Bir sonraki durak : Koh Phangan, my island!

16.02.2011

Tayland'da Bir Manastırda


Bugün tatilin en heyecanlı günüydü, çünkü uzun zamandır hayatımda kendimi bir yere kapamak istiyordum, gülmeyin evet kapamak, kapanmak, dünyadan soyutlanmak! İzole bir ortamda kimseyle konuşmadan, en az şekilde beslenerek, erken yatıp erken kalkarak, “monk”larla sohbet etmek, doğayla iç içe olup, sadece düşünmek! Genelde,  imkansız senin bunu yapman diyorlar buna, ama bence herkes 1 kere bunu yapmalı en azından 1 güncük bile olsa :)
Buraya daha önce giden arkadaşım Engin, hayatında 1 kere yaşayacağın bir deneyim, orda 10 gün geçirmelisin dedi, ama hem izin kıtlığından, hem de tatil konseptinden dolayı Suan Mokkhabalarama Temple’a  2 gece 2 gün ayırmaya karar verdik. Uzun bir yolculuktan sonra (Chiang Mai – Bangkok – Surathani) Surathani’ye vardık, ordan da 40 dakika kaçak bir taksiyle yola çıktık. Ampoe Chaiya diye bir köy, manastır Malezya Tayland otobanı kenarında bir jungle içerisinde.
Gösterişsiz bir kapıdan ormana dalıyoruz, kocaman çantalar sırtımızda çökmek üzereyim, her yerde tayca yazıların olduğu bir resepsiyon, karşımizda tupturuncu,dazlak bir monk! Hemen derslere kalmak istiyoruz, ne yazık ki 10 gün kalmassan mümkün değil deyip, Dharma ile ilgili bilgiler ve kuralların olduğu bir kitapçık tutuşturuyor elimize. Yardımcılarından biri, bizi alıp ormana doğru kızlar yurduna götürüyor! Çok heyecanlı!
  
Bir rahibe oda anahtarlarımızı veriyor:ben 7, didem 6 nolu odada kaliyor. Yatakhane yokmuş diye seviniyorum,  camdan bakıyoruz ve şok. 4 metrekare bir oda, kenarda bir yatak, ama o da 4 bacaklı bir tahtadan ibaret. Başka hiçbir şey yok odada. 8 numaranın kapısı açılıyor gürültümüze, İsrail’li bir kız. Betil. 
Onun bizden çektiği gürültünün haddi hesabı yoktur. Çok yardımcı oluyor hemen, yatak yapmak için malzemeler:onlarca battaniye, cibinlik ve yastık, yoga matı var. Gelen gidenin kullanmış olduğu ve giderken yıkayıp bırakmış olduğu şeyler. Başkasının evinde bile temiz mi diye huysuzlanan ben, Thai Airways ve Emirates’in battaniyelerini yedek olarak çantama aldığım için mutluyum. Yastık bile yürütmüştüm neyse ki! Cibinlik mat vs derken odama gidip yatağımı yapıyorum. Gündüz,  odam hiç fena gözükmüyor. 


Sonra anlatmaya başlıyor: gece 10’dan sonra ışık yok, sabah 4:30’a kadar. Tuvalet: sadece klozet var, ne lavabo ne duş, hortum sadece!  Sessizlik baş şart, 9dan sonra akşam odadan çıkmak yasak, hayvanlar ve tehlikeler yüzünden. Herşeyi kendin yapıyorsun. Temizlik vs ..
Buna katlanabiliriz diye düşünüyoruz. Ne olabilir ki iki gün konuşmaz ve temizlik yaparsak ..

Fotoğraf çekmeye çıkıyoruz. Derslikler , yemekhane, rahibeler, onların kulübeleri, kediler, hiç duymadığım kuş sesleri, nem, ıslak toprak kokusu, heykeller, horozlar .. Herşey o kadar farklı ki! Tamamen izole bir hayat. Kimseyle alakaları yok. Tvleri yok, cep telefonu yok, e-mail yok, facebook bilmiyorlar, sadece hayat, mutlu hayat. Burda öğrencilere Dhamma’yı ve Budizmi öğretiyorlar. Bu arada manastır hayatı birazcık garip bize göre, sabah 4 30 kalkıyorlar meditasyon, 6 da kahvaltı ve 11 de öğlen yemeği yiyorlar. Bu arada bunlar topu topu 2 kaptan oluşuyor. Biz 12'den sonra gittiğimiz için ertesi sabah 6 ya kadar aç kalacağız sanıyorum.
 
Gezinirken kocaman nilüferler görüyorum. Çocukken annemin okuduğu hikayelerden birinde nilüfer çiçeğinde yaşayan bir peri kızı vardı, bende gece yatarken o çiçeklerin yapraklarında uyuduğumu hayal ederdim. Ayrıca Monet hayranıyımdır. Meşhur “lilies” tablosunda da karşıma çıkmışlardı, hep o yapraklar ve masal aklıma gelirdi. Şimdi de Tayland’ın ücra bir köşesinde, gerçeği önümde duruyordu. Bizim masadan bile büyük bir cinsi bu, çok güzel bir duygu hayalini kurduğun bir şeyi görmek.

Dolanmaya devam. Okulun dışında hemen otoban kenarında minik bakkallar var, güneyde dikkatimi çeken birşey de, terliklerinizi çıkararak giriyorsunuz her mağazaya, bakkala bile. Akşam için hazırlanacak eşyaları alıyoruz, ışık olmayan odaya mum, yıkanmak için sabun, tuvalet kağıdı falan. Bu arada nakit paramızın  çok çok azaldığını farkediyoruz. Ve bilinmeyenin ortasındayız. Para bozurmak diil dolar görünce bu ne diyecek tipler var etrafta. Dönüşte bu problem olucak kesin.
Yemek yemek için yer Betil’in önerisini dinliyoruz. Ertesi sabahı bekleyemicez. Yatan bir kadın var ona gidin yemekleri en düzgün olan yer demişti. Baktık ki etrafta korkunç tavuk ve et parçaları satıyorlar, kız haklıymış.

 Kadın gerçekten ortalıkta yatıyor, elinde kitap, balina gibi bir şey bu arada, gördüğüm en kilolu çekik kadın olabilir 150kg ve 180cm boyunda. Tayca birşeyler soruyor, kendimizce cevap veriyoruz ve noodle çorbalarımız geliyor. Coca cola şişesi bile korkunç gözüküyor, her şey çok pis gibi. Mikrop kapmayız umarım diyerek gözü kapayıp fondipliyoruz. Dipnot olarak söyliyim hiçbir hastalık ya da birşey kapmadan döndük çok şükürJ korkmadan yiyin herşeyi yani, adamlar temizler, bizim temizlik anlayışımızla aynı olmasa da..

Hava kararmaya başlıyor, defterlerimize yazı yazıp yogaya geçiyoruz. 1 saat rahatlamadan sonra akşam yemeğimiz: eti form çubuk ve hindistan cevizli yoğurt. Yatakta yiyorum yemeğimi, çünkü yağmur başladı. Tam o sırada kene görüyorum cibinlikte. Ne güzel, bir sen eksiktin, etraftaki fobik örümcekler yetmiyormuş gibi. Köpeğim olduğu için öldürmeyi beceriyorum keneyi.

Kitap okurken uyuyakalıyorum. Karanlıktan korktuğum için umarım uyanmam duaları içindeyim. Ne yazık ki tam 22 00 de uyanıyorum ve ışıklar sönüyor o sırada, al sana kabus. Şimşekler de çakmaya başlıyor. Ve hayatımda böyle bir yağmur sesi duymadım. Gök delindi resmen. Kapkaranlık bir ortam ve arada aydınlanan bir gök, ağaç gölgeleri. 3.5 saat kabus yaşadım orda, whatsapp’tan Emre’yi ve birkaç kişiyi daha bızıklıyorum sürekli. Sonra sızmışım, sabah 6’da kolumu birşeyin ısırdığını hissederek uyanıyorum. Karıncalar, yüzlercesi!! Kolumdan yüzüme doğru yol yapmışlar!!!! Yağmurdan dolayı odama içeri kendilerini atmışlar ve benim yatakta yediğim Eti Form kırıntılarına gelmek istemişler! Sonra da tepeme çıkmışlar! Saati falan dinlemeden bağrınarak Didem’i uyandırıyorum ve hemen gidelim burdan diye tutturuyorum. 
Tuvalette karşılaştığı yarasalar,bu karara onay vermesine yardımcı oluyor :) 

Herşeyimizi bir anda toparlayıp gidiyoruz information desk'e, monk yok ortalıkta. Manastırda kalan herkes, gönlünden ne koparsa para bırakmalı. Üstümüzde çok az para kaldığından, adam başı 10 baht bırakıp zarfa kaçarcasına uzaklaşıyoruz.
Saat 7:00, sağanak yağmur. Taksi yok. Araç yok. Sadece tırlar var. Malezya Tayland otobanı kenarında, yağmur altında, otobüs bekliyoruz. Minimum 1 saat beklersiniz dediler. Adam başı 40 baht dediler.  Ve üstümüzde 63baht var.
 

Otobüslere, birkaç tuktuk'a yalvardıktan sonra bir motorlu tuktuk bize acıdı ve aldı bizi. Sağanak yağmurda 1 saat açık olarak çamur içinde Surathani'ye vardık. Fotoğraflar ne çektiğimizi biraz anlatır sanırım.

Nasıl olacak bilmiyoruz, ama çok kararlıyız:istikamet Koh Samui. Bir şekilde gideceğiz.

Biraz cenneti hakkettik değil mi?





Hayvanlar Alemi ve Şiddet

İlk durak fil çiftliği. Ne yazık ki benim gibi bir hayvan severseniz gitmenizi tavsiye etmiyorum. Çünkü o koskoca heybetli hayvancıkları, maymun etmişler, basket oynuyor, resim çizebiliyorlar o derece eğitilmişler. Nasıl oluyorsa!! 


İzlemeyi reddediyorum showu, etrafı geziyorum. Bebek bir filin bacağından zincirlendiğini ve yere düşüp kalkamadığını görünce iyice sinirim bozuluyor. Neden burdayız ki moduna iyice girdim. 
Sıra filin tepesinde ormanda yürüyüşe geliyor, sırf meraktan biniyorum tepesine,ayağımı bile değdiremiyorum zavallı hayvana. Gerçi biz, iki sıska ağırlık yapmayız ona, ama önde oturan adam kafasına arada vuruyor, ucunda sivri bir demir olan sopa ile. Ben söylendikçe söyleniyorum 1 saat boyunca. Arada muzla besliyoruz, muzu görünce show yapıyor bizimki. Nehirde gez, ormanda gez derken, belimiz çıkacaktı ne zor işmiş fil tepesinde dolanmak!

Sonrasında Ox-car ride yaptık. Bildiğin öküz,manda çekiyor tahta arabayı. Biz arkada oturuyoruz. Bu da başka bir işkence hayvanlara. Sinir basıyor bizi.
En son olarak aynı mekanda bamboo rafting var ona geçiyoruz. Neyse burda kimseyi incitmeden bambular üzerinde nehirde dolanıyoruz. Sessizlik o kadar derin ki sağır oldum sanıyorum bir an, o derece. Biz şehir insanına baya yabancı bir durum. Doğa desem, muhteşem, yemyeşil. Fışkırıyor her yerden yeşillik. Bütün bunları Mae Taeng'de yaptık.






Ve sırada büyük kediler! Hayatımın hayvanı kedidir, büyük küçük farketmez. Kedi olsun,benim olsun. Kaplanlar da dünyanın en tatlı kedileri bence :)
İlk önce 2 aylık bebekler olan Lala ve Lola'yı sevmek için sıraya giriyoruz. Ellerinizi yıkamanız ve herşeyinizi dışarda bırakmanız şartıyla,20 dakika sıra bekledikten sonra Lala'yı sevmeye giriyoruz. Resmen heyecan yaptık. Minik patilerinin altı pamuk gibi, masmavi gözleri, minicik kulakları var ve tam bir bebek. 18 saat uyuduğu için kucağıma verdikleri an uyumaya başlıyor. Tüyleri çok sert bir kediye göre. Bebek olduğu için sanırım. Toplamda 200 kare çekmişizdir fotoğraf, bu kadar abartı olabilir, ünlü gibi hissediyorsunuz kendinizi! 






Burdan çıkıp abilerini görmeye gidiyoruz Eduardo, Anakin Skywalker falan isimleri, hayal güçleri çok kuvvetli bu Tayland'lıların! Accayip stres olduk içeri girince, ama sonra bakıcıları rahatlatıyor, üstüne bile yatıyorsun koca hayvanın. Bu arada 29 aylık Eduardo bana düşen, arkadan yaklaşıp sevmek şartı var, ilgisini dağıtmıyorsun böylelikle. Kedi uzmanı sayılırım, hangi kediye arkadan dokunsam tırmık yemişimdir, enteresan bir durum. İlk başta stresli olan okşama ve sevme seansı zevke ve poz vermeye dönüyor, eve de istiyorum bundan kocaman bir tane, nasıl deliler gibi oynanır, evcimen bişi olsa keşke!




Bugün çok gezdik, şimdi sıra orkide ve kelebek çiftliğinde, çok ilgimi çekmese de güzel kareler yakalıyoruz. Hayatımda ilk defa mavi mor turuncu orkide görüyorum ve eve alıyorum bakalım istanbul'da yaşatabilicem mi?!



Akşam Didem'in heyecanla beklediği Muay Thai maçına gidiyoruz. Mekan Loikroh Boxing Stadium, kan görücez diye çok sevinçli, kendisi yakından ilgileniyor bu sporla. Ben, hiç bir fikrim olmadığından, sinir olduklarımı dövebilmekten başka birşey düşünmüyorum o an.Etraf turist, ladyboy ve fahişe dolu. İlginç bir müzik fonda. Herkes içiyor.

İlk başta birkaç show amaçlı maçtan sonra, gerçek maçta bir ingiliz bir tayland'lıyı yere yapıştırıyor. Çok anlamıyorum bu işten sanırım. Ama yine de gaza geliyor insan.


Bugün fillere yapılan kötü muamelelerden, zevk için dövüşen insanlara uzun bir gündü. Ve Chiang Mai geceleri sona erdi, şimdi meditasyon zamanı.


10.01.2011

En Kuzey Tayland - Chiang Mai & Chiang Rai/Golden Triangle

Sefaletten, kokoşluğa geçiş buna derler heralde: son model Toyota gri deri koltuklu Van'imiz yerel rehber ve şöförümüz garın kapısında hazır bizi bekliyor! 21 saatlik tren maceramızın bittiği nokta Chiang Mai oldu. Trendeki diğer tipler umarız bizi görmemiştir edasıyla attık kendimizi koltuklara, klima da var, süper! 
Muhteşem rehber Chan ve şöförümüzle de tanıştık. Herkes Savadikaaaa diyip duruyor birbirine eller birleşmiş şekilde. 
Sabah 9 da varmamız gereken yere, 16 00'da varınca plan falan kalmıyor tabi ki! Hadi bizi otele götür diyince otelin 3.5 saat uzaklıkta olduğunu duyan ben, yarı çaplı cinnet geçiriyorum. Çünkü Chinag Rai'de konaklıcakmışız! 
Yolda lokal bir noodle çorbacısından süper yerel yemeklerimizi yedikten sonra uzun yolumuza koyulduk, git git bitmiyor, ipod, iphone, ipad, kitap, cep telefonu, tr hattı, ingiltere hattı,  whatsapp, yol hala bitmiyor, uyudum uyandim hala bitmedi, kabuslar görürken sonunda uyandım ve şehir ışıkları. Geldik: Chiang Rai!

Kuzeyle ilgili çok şey okumadım giderken, sınır kasabalarını falan araştırdım, şehirler için nasılsa rehber var tembelliğine verdim kendimi. Ama yolda bir kaç şey gözüme ilişmişti. HIV oranı en yüksek şehir Chiang Rai ve Mai'ymiş, sana ne HIV'den diceksiniz ki öyle diil , bizi çok ilgilendiriyor. Başımıza gelenlerden haberiniz yok :)
Otele zor bela kendimizi attık, dedim ki hadi masajjj! Çok şık bir oteldeyiz sözüm ona, masaj salonu vardır diye aradım, çat pat ingilizceleri, 1 saat mi 1.5 saat mi size kalmış kısmı ve lady massage, 2 ladies vs derken odaya iki tane, parayla çalışan abla gelmez mi!!! Önce anlamadım ben tabi,yol tepmesi sersemlipğinden heralde, aldım bunları içeri, ama sonra durum anlaşıldı, ve çok geçti. Kadınlar bizi yoğur yoğur, o çirkin uzun tırnaklarıyla, üfle püfle, hayatımızın en kötü masajını 500'er bahta yaptırdık. Bu paraya masaj harici, erkekler herşey yapılabilirmiş, onu öğrendik ama biz teşşekür edip kadınları sepetledik. Masajdan soğuma sebebim olabilirlerdi o derece kötüydü, sanırım bazı erkeklerde sexten soğuyabilirdi o ablalarla olsalar, tabi tercih meselesi :) 
Masaj şokunu, duş alıp sokağa atarak kendimizi, yok ettik. 

Yediğim en güzel Thai yemeklerinden birini burda yedim:Aye's Restaurant. Kitaplardan bulduğumuz bir yer ve muhteşem kuzey yemeğinin adı: Kouw Soi Kai, a mild yellow from chicken with fried&boiled noodles&a plate with condiments. Biraz uzun ismi, not edin ve oralara yolunuz düşerse kesin yiyin. 
Beni yakından tanıyanlar iyi bilir acıya alerjim vardır, çok yersem nefesim tıkanır, hatta ilk sushi yemem 10 sene önce acılı bir faturayla sonlanmıştı San Diego'da bir hastanede. 
Hayatınızdaki tüm acıları düşünün, bir de bu yemeğin acısını düşünün..Didem'in gözlerinden yaşlar gelerek, chopstickleri tutamayarak yemeye çalışmasını kameraya aldım, o derece acıydı! Ama ben bayıla bayıla yedim bu yemeği, nasıl oldu bilmiyorum, acıdan geberdim o ayrı, Chang üstüne Chang içtim, gariptir ki anında yok olan bir acı, bizim antep acılarına benzemiyor. 
Bu tayland beni çok konuda geliştirdi :) daha neler görücez bakalım, fobim örümcekle yüzleşebilecek miyim acaba mesela??
Akşam pazarı vs derken uykumuz geldi sabah 7 de yola çıkacağımız için apar topar uyumaca. 

Sabah Long Neck Tribe, Giraffe People dedikleri insanların kasabasına gittik, gerçekten boyunları halkalarla, bacakları dizlerden halkarla uzatılmış kadınlar dolu etraf. Bebeler bile böyle, amaç köydeki erkekler avlanmaya gittiğinde kaplan saldırılarından korunmakmış. 
Bir kaplan ilk boyna sonra da bacağa saldırırmış, iyi oldu öğrendiğim çünkü ertesi gün kaplan sevecektim de :)
Hepsi birbirinden güler yüzlü, inanılmaz el işleri yapıyorlar, atkı yüzük ne varsa topladık, tezgahından satın almadıklarımız arkamızdan küfür etti ama, bol bol fotolarını çekip söz verip almayınca küfür ediyorlar sanırım, iyi ki geldiniz demedikleri kesin. 
Burası çakma kasabaymış bi de onu öğrenmiş olduk, asıl Giraffe People Burma'da yaşarmış. Napalım diyip yola devam.




Kraliçenin 13 senede topladığı çiçeklerden oluşan bahçeye geldik. Mae Fah Luang Garden. Her çiçek var Türk gülü ya da karanfili yok, napalım böyle bahçeyi diyip geçiyorum. Orkideler inanılmaz bu arada, hayatımda böyle renk çeşit görmedim, azmış derler ya çiçeklere, öyleler.

Gez gez bitmiyor, şimdi de Burma/Myanmar sınırına gidiyoruz. MAE SAI buranın adı, hayatımda bu kadar takı çeşidini bir arada görmedim, rehberimizin delirme noktası olabilir, herşey bedavaymış gibi deniyorum alıyorum, nakit bitiyor kartlara geçiliyor, para bozdurmak lazım. İmdat durumu.

Tayland'la ilgili en önemli bilgi: heryerde pazarlık yapabilirsiniz ama Chang Rai'de asla, inanılmaz ukalalar. Nelerine güvendiklerini anlayamadık ama pazarlıkta zarara uğradığımız tek yerdir. Almayacağım deyin dönün arkanızı gidin gelmiyorsa vermez o paraya geliyorsa kazandınız demek ki.

Takı toka alışverişi, Burma'ya 15dolara kolay geçebilme özgürlüğü, etrafta çin malının bolcana ve beleşe olmasının sebebinin iki ülke arasından geçen nehir olması gibi bilgileri öğrendikten sonra Laos sınırına gidiyoruz. 3 ülke bir arada görücez heyo ! Hem tam ortalarında kocaman bir Bronz Buddha varmış,dünyadaki en büyükmüş, merakla bekliyorum. Opium tarlalarından geçerek Laos sınırına vardık, artık opium çıkmıyormuş, türkçesini yazarak narkotikle başım belaya girmesin, siz anladınız neden bahsettiğimi. Ondan buraya eskiden golden triangle derlermiş, bolcana kaçakçılığı yapıldığı için 3 ülkedende ...

Sınırda kocaman bir nehir, incecik bir kayık ve motor. Bindik, deli gibi gidiyoruz, sanirsin need for speed'de yarışıyoruz. Leş gibi bir su, düşsen timsahlar parçalar o derece bataklık gibi, Laos'a geçtik. Klasik bir kasaba etraf turistik eşya dolu, Don Zao ismi.


Kavanozda ölü yılanlar akrepler kertenkeleler görüp merakla soruyorum. Viskiymiş, hayatta herşeyi 1 kere denemek gerek diyerek ilk shot'ı yapıyorum, ıyy viski sevmem ki ben! 2.yi ginsengden yana kullandım, bu daha otsu bir tad, ölü yılandan daha güzel sanırım :) Didem de, Chan'de içtiğime inanamıyorlar. Ben de kendime inanamıyorum. Bunlar afrodizyakmış meğer, sonradan öğrendim, o gece kendime gelemedim. Uykuda falan her türlü rüyayı görüyorsunuz, 3.5saatlik Chiang Mai'ye dönüş yolunda birebir yaşadım, kabusa döndüler bir yerden sonra!


Chiang Mai! Işıklar şehri, her yer cıvıl cıvıl, etraf lady boy dolu, escort dolu, barlardan müzikler fışkırıyor, ortada bir thaibox ringi, hemen yarın akşama biletlerimizi alıyoruz yaşasın maça gidicez. Didem beni de gaza getiriyor, kendisi sıkı bir MaeThai'ci olduğu için çok heyecanlı da bana ne oluyor bilemedim, kan göresim var sanırım.
Şehrin her yeri neredeyse Loi Krathong Festivalinden dolayı ışıklar içinde, fotoğraf için büyük şans. Her yeri yürüyerek geziyoruz, etrafta fareler dolanıyor bizim kediler kadar, bizim fareler kadar da karafatmalar var. Enteresan bir şehir, artık hiçbişiden korkmuyoruz 3,5 çığlık, geçti gitti :)
Fotoğraf çekmek çok zevkli bu ışıklarla! Çok yorucu bir gündü, yazarken bile yoruldum.
Bu ışık şöleni kadar renkli olsun rüyalarımız :)